KATEGORİLER
BASINDA BİZ
TV Programları
Radyo Programları
Yazılı Basın
SİZDEN GELENLER
Konuk Defteri
Danışma Hattı
SİTEMİZE ÜYE OL
SİTEMİZİN İSTATİSTİKLERİ
Üye Sayısı : 2390
Ziyaretçi Sayısı : 44776
Online Ziyaretçi : 10
Anasayfa | Özgeçmişim | Eğitimlerim | Danışmanlık Seanslarım | Foto Galeri | İletişim

Türkiye'de Aile Kurumu

GENEL OLARAK KURUM  

1. Kurum Kavramı, Özellikleri ve Tanımı

Pek çok terimde olduğu gibi kurum da günlük dilde ve sosyolojide birbirinden çok farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Günlük dilde genellikle kurumsal bir işlevi yerine getiren kuruluşlara kurum denmektedir. Bir spor kulübü veya muhtaç çocukların barındığı yer kurum olarak adlandırılmaktadır. Hâlbuki sosyolojik açıdan kurum, bir kişi, grup ya da mekân değildir. Kültürün bir kısmıdır, insanların yaşam tarzlarının örüntüleşmiş bir parçasıdır. Bir başka deyişle çoğunluğun paylaştığı davranış örüntüleridir. Kurum, kültür normlarının yerleşmiş, belli ve sürekli tatmin yollarıdır. Kurumun tam bir tanımının yapılabilmesi için belli özellikleri göz önünde bulundurulmalıdır.

Buna göre de kurumun temel öğeleri şunlardır:

a)    Kurumlar belli bir amacı gerçekleştirmeye yöneliktirler.

b)   Söz konusu ihtiyacın gideriliş biçimi oldukça süreklilik kazanmıştır.

c)    Kurumlar gerek alt kurumlarıyla, gerekse diğerleriyle yapılanmış, örgütlenmiş ve eşgüdümlenmiştir.

d)   Kurumlar göreli bir bağımsızlığa sahiptirler.

e)    Kurumlar zorunlu olarak değer yüklüdürler. Çünkü kültürün normatif kodlarını içerirler.

Bu nitelikler göz önünde bulundurularak ortalama şöyle bir tanım yapılabilir: Kurum, sosyal kişilerin temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla ortaya çıkmış, sürelilik kazanmış, eşgüdümlenmiş, oldukça onaylanmış ve yaygın sosyal örüntü, rol ve ilişki yapısıdır.

2. Kurumların Sınıflandırılması

Temel ve yardımcı kurumlar hakkında kısa bir sınıflama:

a)      Aile kurumu,

b)      Eğitim kurumu,

c)      Ekonomi kurumu,

d)      Siyaset kurumu,

e)      Din kurumu,

f)       Boş zaman değerlendirme kurumu.

Kurumların sınırları ve ilişkileri oldukça karmaşıktır. Bir kere her kurum genel kültürel yapının bir parçasıdır ve birinde meydana gelen herhangi bir değişim diğerlerini de etkiler. Mesela ekonomik bir kriz, dînî/ahlâkî bir çöküntü, diğer kurumları da etkiler.

Kurumların sınırları bakış açısına göre değişebilir. Mesela spor bir boş zaman değerlendirme kurumuyken, futbolcuya göre ekonomik kurumdur.

Olumsuz davranışlar da bazen toplumun tepkisine rağmen kurumsallaşırlar. Korsan ya da parazit kurumlar oluşur. Ekonomi kurumunda rüşvet, boş zamanları değerlendirme kurumunda kumar gibi.

3. Kurumlar Hiyerarşisi

Her kurumun dayandığı bir ahlâkî temel vardır. Toplumlarda da kurumlar belli bir düzene göresıralanırlar. Kurumlar hiyerarşisinin en üst noktasında bulunan kuruma mihver (veya başat) kurum denir. Mihver kurum, diğer kurumları da kendi işlevi doğrultusunda yönlendirir. Tarihsel olarak, Roma da siyaset, Çinde aile, Hindistanda din, Amerikada ekonomi mihver kurumlardır.

4. Kurumların Ortaya Çıkış Tarzları

Genel sosyolojik bir eğilime göre, kurumlar şöyle doğar: İnsanlar önce, ihtiyaçlarını karşılamak için bir eylemde bulunurlar, eylemler tekrarlanır. Tekrarlanan eylemler alışkanlığa dönüşür. Alışkanlıklar zamanla âdet halini alır. Âdetler kurallaştırılır (norm), nihayet normlar kurumlaşırlar. Nihayet normlar kurumlaşırlar. Söz konusu edilen süreç kısaca şöyle gösterilebilir: Eylem > Tekrar > Alışkanlık > Âdet > Norm > Kurum.

Şüphesiz bu formül, en azından kurumların bir kısmının nasıl ortaya çıktığını açıklamaktadır, ama bütününü değil.

AİLE KURUMU

İnsanlığın sosyal, kültürel gelişmesinin her basamağında yer alan aile kurumu, genelde iki cins arasındaki ilişkileri, neslin devamını düzenleyen, standartlaştıran bir sistemdir.

Aile genel olarak nüfusu yenileme, milli kültürü taşıma, çocukları sosyalleştirme ve ekonomik, biyolojik ve psikolojik tatmin fonksiyonlarının yerine getirildiği bir kurumdur.

Ailenin evrensel bir tanımını yapmak oldukça güçtür. Çünkü tarih boyunca toplum nasıl değişikliklere uğramışsa, aile de boyutları, yapısı ve işleyişi bakımından büyük dönüşümler göstermiştir. Buna göre ailenin kesin ve evrensel bir tanımı yerine, belli özelliklerini sıralayan bir açıklama yapılabilir:

Aile, biyolojik ilişki sonucu insan türünün devamını sağlayan, toplumsallaşma sürecinin ilk ortaya çıktığı, karşılıklı ilişkilerin kurallara bağlandığı, o güne dek toplumda oluşturulmuş maddi ve manevi zenginlikleri kuşaktan kuşağa aktaran, biyolojik, psikolojik, ekonomik, hukuksal vb. yönleri bulunan toplumsal bir birimdir.

AİLE VE KÜLTÜREL PSİKOLOJİ

Psikolojinin gerek kuramsal, gerek uygulamalı olsun, ele aldığı konular içinde aile, kültürden çok fazla etkilenen bir konudur. Aile kurumu, kişiler arası ilişkiler bakımından kültürden kültüre büyük farklılıklar gösterir. Durum böyle olunca, Batıdaki orta sosyoekonomik düzey, çekirdek aile üzerinde yapılan gözlemler sonucu oluşturulmuş aile kuramlarının ve uygulamalarının doğrudan farklı kültürlere aktarılması geçersiz olacaktır.

Bu sorun bilinmekle beraber şu ana dek üzerinde durulup çözüm üretilmemiştir. Batıdaki çekirdek ailedeki ilişkiler ve etkileşimin genelde geçerli olduğu varsayımına göre hareket edilmiştir. Ancak bu yaklaşım geleneksel yapıdaki aileyi incelemek için uygun ve yeterli değildir.

Bir bağlamda geliştirilen kuramın diğer bağlamlara genellenmesinin geçersizliğini bir örnekle ele alabiliriz: Otonomi (özerklik, bağımsızlık) kavramı E. Eriksondan, Kohlberg ve Mahlere kadar birçok kuramcıya göre olumlu kişilik gelişmesi için şarttır. Yine ayrışmak ve bireyselleşmek de gerek kişilik gerek aile incelemelerinde çok vurgulanan kavramlardır. Bu vurgulamayla birlikte bu kavramlara verilen değer de bireysel kültürün bir yansıması olarak belirmektedir. Nitekim kendi kendine yetme, kendi başına başarma, bireysel beceri, rekabet gibi bireyin üstünlüğüne yönelik değerler de gerek Batı kültürü içinde gerek bu kültürden etkilenen psikoloji kavramlaştırmalarında öne çıkmaktadır.

Bu genel bireysellik teması, bireysel ayrışma kültürü diye adlandırabileceğimiz Batı kültürünün temel öğesidir ve Batıda gelişmiş olan psikoloji biliminin de odak noktalarından biridir.

Örneğimize dönelim: Batılı ya da Batıdaki kuramları özümsemiş bir psikologun gözünde başkalarından bağımsızlaşmış ve bireyselleşmiş kişilik, sağlıklı bir kişiliktir ve kişilik sınırları iyi belirlenmiş olan, birbirleriyle iç içe veya kaynaşmış olmayan bireylerden oluşan aile de sağlıklı bir ailedir. Bu kavramsal çerçeveye sahip olan bir psikolog, köy ya da kasabadaki geleneksel Türk ailesinin gözlemini yapacak olsa bu aileyi sağlıksız bulacaktır. Eğer bu psikolog uygulamaya da yönelikse, bu klinik vakaya terapi yapılmasını önerecektir. Bu önerinin temelinde, Batıdaki orta sosyoekonomik düzey çekirdek aileye benzemeyen bir aile türünün sağlıksız olduğu, değişmesi ve Batıdaki aileye benzemesi gerektiği varsayımı yatmaktadır. Çünkü psikolojideki sağlıklı kişi ve aile modeli Batıdaki yaşantılara ve değerlere dayanarak oluşturulmuştur.

Buradaki genellemenin geçersizliği ortadadır. Sadece köy ya da kasabadaki aile değil, Türkiyede kentteki aile de çoğunlukla bu modele uymaz.

Giderek Ortadoğu-Akdeniz kültür bağlamında hatta dünyadaki toplumların çoğunda yaygın olan geleneksel aile türünün de bu modele uymadığını görebiliriz.

Çünkü insan topluluklarının çoğunda bireysel ayrışma kültürü değil, beraberlik kültürü yaygındır. Bu durumda dünyadaki ailelerin çoğunun psikolojik olarak sağlıksız olduğu gibi tuhaf bir yorum ortaya çıkmakta ve psikolojideki sağlıklı kişi-sağlıklı aile kavramlarının sorgulanmasının gerekliliği söz konusu olmaktadır. Bu çarpıcı örneği ve diğer hususları daha iyi anlamak için, Batıdaki ve Türkiye vb. toplumlardaki aileyi biraz daha incelemekte yarar vardır.

Batıdaki modern çekirdek ailenin en önemli özelliklerinden biri, aile bireylerinin birbirinden bağımsız ve ayrı olmasıdır. Bu tür ailede, bireysel özerklik ve kişi benliğinin diğer fertlerinkinden kesin çizgilerle ayrılmış olması, sağlıklı aile etkileşimi için zorunlu görülmektedir.

Mesela psikolojide vurgulanan kendi kendine yeten bireycilik kavramı, Batı toplumunda bile insanlar arası yakın ilişkileri yadsıdığı ve çeşitlilik gösteren aile ilişkilerini tam olarak yansıtmadığı için eleştirilmiştir.

Bu bireyci model, Batı toplumu için bile yeterince açıklayıcı bulunamaz, kaldı ki Türkiye ve benzeri toplumlarda (özellikle orta /Doğu-Akdeniz sosyokültürel bağlamında) ailesel ve sosyal etkileşim, kişiler arası bağlılığa ve karşılıklı bağımlılığa dayanır. Çekirdek aile bağlamında bile bu tür aile ilişkisi devam etmekte ve modern aileyi de etkilemektedir.

Yurt çapında gerçekleştirilen ve Çiğdem Kağıtçıbaşına ait Çocuğun Değeri konulu araştırmanın bazı verileri bu konuya ışık tutmaktadır. Bu araştırmada çocuğun ailedeki yeri ve işlevi incelenmiştir.

Çocuğun Değeri araştırmasında, çocuğun aileye ekonomik katkısını yansıtan çocuğun ekonomik değerinin ve yaşlılık güvencesi oluşu değerinin Türkiyede yaygın olduğu bulunmuştur. Ana-baba ve çocuk arasında karşılıklı bir bağımlılık örüntüsü söz konusudur. Bu bağımlılık örüntüsü zaman içinde değişen bir süreçtir. Şöyle ki, başlarda çocuk ana-babasına bağımlı bir konumdadır, sonraları bu bağımlılık ilişkisi yön değiştirerek yaşlı ana-babanın yetişkin evlada bağımlılığı şekline dönüşmektedir.

Böyle bir bağlamda çocuğun bağımsızlığı işlevsel değildir, hatta bağımsız gelişen bir kişilik, aileninkilerden çok kendi ihtiyaçlarına öncelik tanıyacağından, aile için bir tehlike bile sayılabilir. Ana-babaya saygılı ve bağımlı büyüyen bir çocuk ise aileyi terk etmeyecek, onlardan ayrı bir hanede yaşasa bile duygusal ve maddi katkısını ana-babasından esirgemeyecektir.

Ana-baba ile çocuk arasındaki bu bağımlı ilişkiler sistemi, ana-babanın çocuğun kişiliği hakkındaki değer yargılarını da belirlemektedir. Örneğin Çocuğun değeri araştırmasında, ana-babalara çocukları büyüdüğünde onların nasıl olmasını istedikleri sorulduğunda, hayırlı evlat olsun isteği en yaygın temenni olarak belirmiştir.

TÜRKİYEDE AİLE VE TOPLUMSAL DEĞİŞİM

Türk ailesi pederî özellik taşır. Pederî aile, pederşahî aileyle karıştırılmamalıdır. Pederî ailede aile reisi sulta hakkına değil, yalnız velayet hakkına sahiptir. Çocuklar, kadınlar ve bilhassa anne tarafından akrabalar büyük haklara sahiptir. Yani ana yönünden ve baba yönünde akrabalar birbirine eşittir. Yüzyıllarca sağlıklı bir yapıya sahip olan ailemiz son zamanlarda çözülme belirtileri göstermektedir. Modernizm karşısında diğer tüm toplumlar gibi- Türk toplumu da (bir kısmı yapay ve zorlamalı süreçlerle) bir değişim geçirirken aile de ondan payını almaktadır.

Günümüzde aile yapımız, nitelik, bölgesel dağılım vb. bakımlardan benzerlik göstermeyen, çözülen bir geçiş dönemi ailesi özelliği taşımaktadır. Gerçi konuyla ilgilenen düşünürler, Türk ailesinin % 60ının çekirdek olduğunu belirtmektedirler. Ancak bu çekirdek aile, batı sanayi toplumlarının ortaya çıkardığı çekirdek aileden farklıdır. Mesela bizde hâlâ aile içi önemli sorunlar kurumlar değil akrabalar tarafından çözülür. Şüphesiz kentlerde çekirdekleşme oranı yükselmekte, yaşlılar ihmal edilmekte, öğrenim düzeyi yükselmekte, adaylar tanışarak evlenmekte, çocuk sayısı giderek azalmaktadır. Ve aile yapısı giderek sağlıksız bir görünüm arz etmektedir.

MODERNLEŞME POLİTİKALARI VE AİLE

Türkiyede önde gelen aile tipinin çekirdek aile olduğunu görmekteyiz. Gerçekten de akrabalar arasındaki ilişkilerin sıkılığını, geniş aile düzeniyle karıştıran empirist yanılgıların aksine çekirdek aile geçmişte de günümüzde de Türkiyede yaygın aile tipini temsil etmektedir. Zira geniş ailenin Türkiyede giderek tarihi bir olguya dönüşmesi, kentleşmenin veya çekirdek ailenin ihdasına elverişli olan bireyciliğin doğmasına yol açan kapitalist sistemin yaygınlaşmasının bir sonucu değildir. Belirleyici olan, dinî, siyasî ve hukukî faktörlerdir.

Bu tür faktörlerin batıcı bir radikalizmin etkisi altındaki Müslüman toplumda çok etkisi olmuştur. Osmanlının modernleşmesini hedefleyen reform politikaları Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte şeriatın ilgasına ve 1926da İsviçre Medenî Kanunundan mülhem yeni bir medenî kanunun yürürlüğe girmesine yol açmıştır. Yeni aile hukuku, Türk evlenme biçimlerinin Avrupa normlarına uyum sağlamasını öngören ilk adımı teşkil ediyordu.

Müslüman Osmanlılardagünlük hayatta önem taşıyan, Kuran-ı Kerimin koyduğu yasaklardan kaçınmak suretiyle öngörülen ideale yaklaşmaya çalışmaktı. Mal ayrılığı prensibi vardı, poligami de var olmakla beraber norm teşkil etmiyordu. Endogamik pratik, ortak toprak birliğinden ziyade sülale bazından bir kimlik oluşturmaya yönelik önemli bir faktördü.

1935de çıkan Soyadı Kanunu ile, aile konusundaki geleneksel telakkiler altüst edildi. Eskiyle bağların iyice koptuğunu tescil etmek için belirli bir sülaleye mensubiyeti gösteren lakaplar da kırsal kesimde hâlâ geçerli kabul edilmekle beraber, yasal olarak geçersiz sayıldılar. Böylece milyonlarca insan yeni bir toplumsal belirlenme için bir soyadı bulmak zorunda kaldı. Aslında bu soyadı arayışı, yeni ve laik Türk toplumunda yeni yeni ortaya çıkan bireylerin bir arayışıydı.

KÜLTÜR VE AİLE

Sosyolojik araştırmalar Türkiyede ailenin genelde otoriter, patriyarkal nitelik taşımaya devam ettiğini gösteriyor. Türk ailesinin tartışılmaz bir biçimde patriarkal kültürel öğelere sahip olduğu bir gerçek ise de daha kalitatif bir yaklaşımla yürütülen analizler, aslında Türkiyede ailenin, erkek önceliğinde tek merkezli değil, birbiriyle yan yana olan ve birlikte var olan çift merkezli bir yapıya sahip olduğunu ortaya çıkarıyor. Babaya gösterilen saygı biçimsel olarak devam ediyorsa da artık ailenin geleceği ile ilgili karar alma mercii baba değildir.

Kitle haberleşme araçlarının etkisiyle yayılan batının ve özellikle Amerikan değerlerinin etkisiyle, çocukların gözünde babaları uzak, mesafeli, erişilmez, yüce, hem korku hem hayranlık kaynağı olan bir sima olmaktan çıkıyor. Yaşama biçimlerinde ve zihinlerde meydana gelen laikleşme, aile içinde yeni istek ve taleplere yol açarak roller ve statüler konusunda da yeni bölüşümün yavaş yavaş ortaya çıkmasına neden oluyor.

Kağıtçıbaşının araştırmasına göre Türk toplumu aile fertleri arasındaki bağımlılık ilişkilerine olumlu gözle bakmaya devam ediyor. Aile değerlerine ve cemaat fikrine dayanan bir kültürün muhafazasına ve aileden bağımsız olarak elde edilen şahsî başarıdan daha çok, akrabalar arasındaki dayanışmaya ve yardımlaşmaya ağırlık veriyor. Toplumsal ve ekonomik başarının paylaşımını öngören bu karşılıklı bağımlılık, kötü hayat şartlarına maruz kalan tüm aileyi kurtarmaya yaradığı gibi aile şerefi ilkesinin temelini oluşturuyor. Ancak bundan yola çıkarak aile içi karşılıklı bağımlılığın sadece ekonomik zaruretlerden kaynaklanmakta olup gelişmeyle ve daha yüksek bir hayat standardına erişmeyle birlikte zamanla ortadan kalkacağı ileri sürülebilir mi?

Söz konusu araştırmanın sonuçları gösteriyor ki, orta ve üst gelir grubundaki ailelerde ekonomik bağımlılık önemini kaybetmesine rağmen aile fertleri arasındaki ilişkilerde herhangi bir gevşeme olmamaktadır.

Oysa maddî bağımsızlık sebebiyle kişilerin de aile karşısında bağımsızlığa kavuşması beklenebilirdi. Ancak Türkiyede batıdaki modelin aksine kuşaklararası ilişkilerin değişimi dikey bir değişim ekseni uyarınca meydana gelmemekte, tersine duygusal alanda daha büyük bir bağımlılık doğrultusunda seyretmektedir. Burada değişim bağların çözülmesine yol açmıyor, toplumdaki dönüşümler karşısında duyulan tedirginliklere göğüs gerebilmek için adeta aileye daha sıkı bir biçimde bağlanılıyor ve sığınılıyor.

Batıda da çekirdek aile sanayi devriminden önce geliştiğine göre bunun nedenini Batının kültürel öğelerinde aramak gerekmektedir.

Zira Türkiyede aile konusundaki mevcut veriler bize, laikleşme politikalarına ve sosyoekonomik gelişmeye rağmen, siyaset ve ekonomi konusundaki zihniyet değişimine rağmen Türk ailesinin çözülmemesi bir yana, onun dış baskılara karşı büyük bir direnç gücü göstererek varlığını tüm gücüyle idame ettirdiğini göstermektedir. Gerçekten de çeşitli incelemelerin sonuçları, Anadoluda Tanzimattan bu yana geniş aile oranında büyük bir düşüş kaydedilmediğini ve global toplumda meydana gelen değişimin kırsal kesim ailesinin yapısını etkilemediğini göstermektedir. Diğer yandan kırsal göç ile kentleşme de aile bağlarının kopmasına yol açmamış zira, modernlik karşısında akrabalık ilişkileri çok önemli bir toplumsal anlam kazanmıştır.
 
 

KAYNAKÇA

Aktaş, Cihan. Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği. İstanbul: Beyan Yayınları, ts.

Aydın, Mustafa. Kurumlar Sosyolojisi. Ankara: Vadi Yayınları, 1997

Aslantürk, Zeki-Amman, M. Tayfun. Sosyoloji. İstanbul 1999

Çağatay, Tahir. Modern Aile ve Sosyal Problemleri. Aile Yazıları-II. Ankara: TC Başbakanlık Aile Araştırmaları Kurumu, 1991. ss. 93137

Erdentuğ, Aygen. Çeşitli İnsan Topluluklarında Aile Tipleri. Aile Yazıları-I. Ankara: TC Başbakanlık Aile Araştırmaları Kurumu, 1991. ss. 321357

Gökçe, Birsen. Aile ve Aile Tipleri Üzerine Bir İnceleme Aile Yazıları-I. Ankara: TC Başbakanlık Aile Araştırmaları Kurumu, 1991. ss. 205223

----------. Evlilik Kurumuna Sosyolojik Bir Yaklaşım. Aile Yazıları-IV. Ankara: TC Başbakanlık Aile Araştırmaları Kurumu, 1991. ss. 385400

Kağıtçıbaşı, Çiğdem. Aile ve Kültürel Psikoloji. Aile Yazıları-III. Ankara: TC Başbakanlık Aile Araştırmaları Kurumu, 1991. ss. 251257

----------. Çocuğun Değeri: Türkiyede Değerler ve Doğurganlık. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayını, 1981

Özen, Sevinç. Aile Kurumuna Bazı Sosyolojik Yaklaşımlar. Aile Yazıları-I. Ankara: TC Başbakanlık Aile Araştırmaları Kurumu, 1991. ss. 399410

Sayın, Önal. Aile İçi İlişkilerin Toplum ve Birey Boyutunda Çözümlemesi. Aile Yazıları-IV. Ankara: TC Başbakanlık Aile Araştırmaları Kurumu, 1991. ss. 531548

Tezcan, Mahmut. Çocuk Eğitiminde Ailenin Rolüne Sosyolojik Bir Bakış. Aile Yazıları-I. Ankara: TC Başbakanlık Aile Araştırmaları Kurumu, 1991. ss. 271278

Vergin, Nur. Toplumsal Değişme ve Türkiyede Aile. Aile Yazıları-II. Ankara: TC Başbakanlık Aile Araştırmaları Kurumu, 1991. ss. 309320

Facebookta Paylaş    Twitter Paylaş

 Tüm hakları saklıdır.